30 Ağustos 2013 Cuma

Küreselleştiremediklerimizden

Görsel seven bir insan olduğumdan blog mantığına ters düşebilirim. Ama  tek bir fotoğrafın binlerce kelimenin anlatmak istediğini insanın gözlerinin önüne serdiği de bir gerçek. Bir diğer gerçekte okumayı sevmeyişimiz. Zaten twitter' ın bizde bu kadar tutmasının en önemli sebebi  de budur sanırım.


Gelelim şehirli insan silsilesine, büyük şehirde yaşayıp, plazalarda çalışıp, iş çıkışı kahve içmeye gider ama içinde hep kıstırılmışlık, özgürlüğü, bağımsızlığı, çocukluğu elinden alınmışlık hissine kapılan o insan topluluğuna. İç kemiren bir yalnızlık, sürüye yabancılaşmalık( herkes böyle düşünürken nasıl yalnız oluyorsak) , hazırcılık, tembellik ve geçmişe hatta eskiye duyulan özlem.




Yalnızlık;  dünya üzerindeki 7 milyar insandan 80 milyonu Türkiye' deyken, en kalabalık şehrinde 15 milyon kişiyle bir arada yaşarken yalnız hissetmek için ya deli ya da şımarık olmak mı gerekiyor acaba. Üstelik aynı şeyleri yapıp, aynı şeylere gülüp/ağlarken, aynı şarkıları dinlerken, aynı maçı izlerken hatta aynı kişinin dedikodusunu yaparken yalnız hissetmek. Bu bir depresyon belirtisi mi yoksa birçok insanın yalnız doğmasından gelen hayata yalnız başlama sendromu mu?




Hazırcılık ve kaçınılmaz son tembellik; etrafınıza baktığınız zaman birçok şeyin hayatınızı kolaylaşmak için yapılmış olduğunu görürsünüz. Uçakla  birkaç saatte oturduğunuz yerden hiç kımıldamadan millerce öteye gidebilir,  iki dakikada kahvenizi, tostunuzu yapabilir, kekinizi hiç yorulmadan çırpabilirsiniz. Hayat, bizim için bu kadar basitleştirilmişken bile tüm işlerimizi zamanında halledemeyiz. Her zaman koşturma içinde çok önemli bir işimiz var gibi oradan oraya koşturur hep bir yerlere geç kalırız.Hayat bizim için çok basit ama zaman yetersiz. Çamaşırımı yıkamak için çok zaman harcamıyorum ama çalıştığım şirket zarara geçmesin diye daha çok çalışıyorum. Otomobil çıktı çıkalı yürüyerek gitmiyorum ama işe geç kalmamak için daha erken yola çıkıyorum.




Zaman geçerken biraz daha metropolleşirken içten içe kırsala duyulan özlemin  arada bir depreşmesi.... Yoğunluktan, koşturmacadan, işten bunalınca hep küçük bir kasabada yaşasaydık  hayali. Sessiz sakin,sıradan, büyük işler peşinde olmadan, başkasının hesabındaki kar, gelir, gider derdine düşmeden sadece kendin için yaşama isteği...Tertemiz havasında, rüzgara karşı durup akciğerlerine kaosu tattırmak, uğultunun arasındaki yaprak hışırtılarının seremonisini dinlemek.... Kulağa oldukça hoş geliyor. Ama büyük şehrin  hayatına alışan için telaşsızlık, bir kıskaç gibi gelir. Onu harekete geçirecek, panik yaptıracak bir şeyler olmalı. Yoksa sıkılırız.Karşımızdaki artık kendini yalın güzelliğiyle sergileyen doğa değil, can sıkıntısının somutlaşmış halidir. İşte bu yüzden yıllık izinlerimiz iki hafta kadar. Bir yıl içinde kendinize ayırabileceğiniz sadece 2 hafta. Fazlasını da istemeyiz zaten. Koşturmaya bir şeylerle uğraşmaya alıştırılmışız. Tam anlamıyla modern dünyanın köleleriyiz biz. İşimiz çok ama zamanımız az . Eskiye özlem duyarız ama rahatımıza da düşkünüz. Modern dünyaya hizmet için şehrimize geri döneriz.















0 yorum:

Yorum Gönder

Copyright © 2014 Sokak Tanrısı