9 Temmuz 2015 Perşembe

Biz Selanik'i Çok Sevdik



IMG-20150616-WA0112



Çalışıyorsanız kafanıza göre tatile çıkamazsınız. Yıllık izninizi beklersiniz, benim gibi onu da doldurduysanız hafta sonunuzu değerlendirirsiniz.

Bizde bu düşünceyle kaçamak tadında bir tatil araştırmasına başladık. Bütçe bazlı düşündüğümüzden ilk olarak ülke içinde bir yerleri araştırdık. Mesela; Kapadokya, Batı Karadeniz ya da Ege.Tatil siteleri, bloglar derken yanı başımızdaki komşuya diktik gözlerimizi. Üstelik Kapadokya'ya gitmekle aynı fiyatta olduğunu görünce, tercihimizi Yunanistan'dan yana kullandık. Tur alındı, vize zaten vardı, yazlık alışveriş yapıldı, sırt çantası toplandı ve yola çıkıldı.

Yunanistan'a gitmek için öncelikle vizenizin olması gerekiyor. Otobüs yolculuğu olduğu için ve yol boyunca çok fazla mola verdiğimiz için yolculuk biraz uzun sürdü.  İpsala Sınır Kapısı'nda pasaport kontrolü için çok uzun sayılmayacak bir beklemenin ardından Yunan topraklarına giriş yaptık. Bu bekleyiş, bayram ya da sezona göre değişiklik gösterebilmekte. 

Öğlen saatlerinde ancak Selanik'e gelebildik. Eski, çarpık, düzensiz binalar, sokaklar, park problemi, trafik ışıklarına duyarsızlık... Bize çok yakınlar bu anlamda.

IMG-20150613-WA0015

             

Hızlandırılmış panoramik şehir turundan sonra Selanik'e çok yakın bir sahil kasabası olan Halkidiki'ye gidiyoruz. Burası civar semtlerin yazlık olarak kullandıkları şirin bir yer. Bizdeki Şarköy gibi düşünebilirsiniz. Uzun bir plajı, sahil boyunca da kafeleri var. Plaj, bizdeki gibi otel ya da şahsa ait değil. Dolayısıyla herhangi bir giriş ücreti de yok. Plaj boyunca sıra sıra serilmiş şezlonglara dilediğiniz gibi uzanabilirsiniz. O da ücretsiz. Sadece bir garson gelip bir şeyler içmek isteyip istemediğinizi soruyor o kadar. İçmek zorunda değilsiniz ama içerseniz de fiyatları gayet makul. Buranın Frappe'si meşhur. Frappe; bildiğimiz buzlu kahve aslında. Ama sıcakta çok iyi gittiği kesin ve  fiyatı da 3 Euro. Bu paraya şezlong, şemsiye ve içecek (Frappe + su) aldığınızı düşünürseniz süper ötesi bir yer oluyor.

Deniz çok güzel, duru, sakin; kum yumuşacık. Yalnız deniz kestanelerine dikkat! Çok fazlalar. Tatilinizi acı içinde geçirmek istemiyorsanız dikkat edin. Bizim gibi sizin de başınıza gelirse; yapabileceğiniz çok bir şey yok maalesef. Zeytinyağı sürüp yaranın üzerini sarıp, dikenlerin kendiliğinden çıkmasını bekleyebilirsiniz.



IMG_20150618_115658
IMG-20150613-WA0017

Sahilin sonlarına doğru mavi beyaz renklerle süslenmiş çok güzel bir restoran var. Yunan ezgileriyle birlikte, yemeğinizi yiyebilir, manzaranın tadını çıkarabilirsiniz.

 IMG-20150613-WA0013

             
Gün boyu denizin, güneşin tadını çıkarttıktan sonra Selanik'e otelimiz; Vergina Hotel 'e dönüyoruz. Merkeze yakın, çalışanları güler yüzlü; lüks değil ama kötü de sayılmayacak bir otel. Yürüyerek 15 dakikada sahile inip Aristotelous  Square (Aristoteles Meydanı) gidebilir, civardaki birçok kafaden birine oturup yine 15 dk da otelinize dönebilirsiniz. Fiyat olarak da uygun bir otel. Detaylı bilgiyi buradan alabilirsiniz:

Vergina Hotel


Hazırlanıp bir şeyler yemek, biraz şehri tanımak için dışarı çıkıyoruz. Yemek için biz Κουζίνα Κιούπια Λαδάδικα  (Kouziva) adlı mekanı seçtik. Mezeler, balık lezzetli. Canlı müziği fena değil. İki kişi masaları dolaşıp, arada Türkçelerini bildiğimiz şarkıların Yunancasını söylüyor. Siz de bu arada kültürlerinizin ne kadar yakın olduğunu fark edip neden daha önce gelmediğinizi düşünüyorsunuz. Uzo, balık,mezeler, şarkılar her şey o kadar tanıdık ki, sanki farklı bir ülkede değil de, okullar kapanmış siz de anneannenizin yanına ya da yazlığınıza gitmişsiniz.


IMG_20150618_140401
20150613_211349

Yemeğimizi yedikten sonra biraz sokaklarında dolaşalım istiyoruz.Cumartesi olmasının da etkisiyle olsa gerek, sokaklar çok canlı, çok kalabalık. Yunanlıların eğlenmeyi seven insanlar olduklarını zaten biliyorduk. Biraz dolaşınca bizdeki Nevizade benzeri bir yerden geçiyoruz. Burada da yemek için çok güzel yerler var.

Selanik kesinlikle tek tip, standart bir yer değil. Şöyle ki metal Selanik' te doğmuş olabilir. Bir sokakta taverna keyfi yaparken, diğer sokakta bangır bangır metal müzik dinleyebilirsiniz. Bu da yetmezse Aristotales Meydanı' na geçip, bizdeki Cihangir benzeri daha elit kafeleri seçebilirsiniz.

IMG_20150625_153756


Tüm bunların yanında beni çok mutlu etmiş başka bir özelliği var; sokak sanatı. Duvarlarını süslemiş birkaç örnek.


IMG_20150615_210221

IMG_20150616_165847
20150613_202817

Sonraki gün Selanik'ten ayrılıp Kavala'ya doğru yola çıkıyoruz. Yol üstünde durup, buranın simgesi sayılan Beyaz Kule 'yi de görüp, yola devam ettik.  Son olarak bence Selanik, tekrar değil arada bir kafa dağıtmaya gelinebilecek bir yer.

IMG_20150617_105608


15 Şubat 2015 Pazar

Merhaba Bolu, Merhaba Kar


      İnsanın yaşı ilerledikçe doğayı daha çok sevmesi gibi bir şey var mı acaba. Çünkü üniversiteyi bitirip iş hayatına başlamadan önce İstanbul dışında bir yerde yaşanılmasına inanmazdım. Benim dünyam burada İstanbul’daydı, İstanbul aşığıydım ben. Trafiğini, kalabalığını, gürültüsünü dahi deli gibi severdim. Tüm bunlar hiç yormazdı, bıktırmazdı beni. Seve seve onca yolu çekip okuluma gider, bayıla bayıla tıklım tıkış İstiklal’inde dolaşırdım.

      Sonra iş güç, ekmek parası derken, İstanbul bir aşk şehrinden çıkıp ömür törpüsü oluverdi. Kafam gürültüyü kaldırmaz oldu, trafik ciddi bir zaman kaybı, iş gereksiz stres yuvası oldu. Artık İstanbul’dan çıkmak demek nefes almak demek benim için. Bu yüzden her fırsatta uzaklaşıyorum İstanbul’dan.

      Doğaya yakın olmak inanılmaz bir mutluluk veriyor insana. Sanki ağaçlar, dağlar,kar, göl sizi evinde misafir ediyor. Yamacında, göl kenarında, bir ağacın altında ağırlıyor. Dalları tepenizden mutluluk iksiri serpiştiriyor, rüzgarı ruhunuzu arındırıp size bir parça huzur ikram ediyor. Tıpkı bir anne gibi doğa sizi karşılıksız seviyor.


          Gölcük Tabiat Parkı















 
      Turumuza gelecek olursak, aracımız  07:30' da İstanbul'dan hareket ederek yola koyuldu. Yaklaşık 4 saatlik bir yolculuğun ardından Gölcük'e ulaştık. Aslında İstanbul'dan çıkar çıkmaz temiz havanın sinyalini aldık diyebilirim. Pazar günü ve erken bir saat olması dolayısıyla o alışılan trafik yok. Ama bu kadar sessizken bile çok huzurlu sayılmaz. Annesinden yeni fırça yemiş çocuk sessizliği var gibi. Hem suçluluk, hem pişmanlık hem de kızgınlık hissini taşıyor gibi. Bu gürültüden uzaklaşacak olmak bile beni heyecanlandırmaya yeterken, camdan giderek seyrekleşen, daha az katlı evleri izlemek mutluluğa gidilen yol oluyor benim için.

      Yine de beklediğimizden uzun süren bir yolculuk oluyor. Öğlene doğru Gölcük Tabiat Parkı’na varıyoruz. Araçtan iner inmez soğuk yüzümüze çarpıyor, üstelik bu soğuk  zamanla alışılan türden de değil. Bu yüzden eğer buralara gidecekseniz soğuğa hazırlıklı olun, kıyafet, ayakkabı seçiminizi ona göre yapın. Gölcük Tabiat Parkı’ nda gölün etrafında bir tur attık. Göl buz tutmuş ama üzerinde yürünebilecek kadar kalınlıkta mı bilemiyorum. Pazar kahvaltısı için uygun bir kaç yeri var. Güne burada kahvaltı yaparak başlayıp gölün etrafını dolaşabilirsiniz. Kahvaltı için geç kaldıysanız da aralıklarla mangal yapabileceğiniz küçük kulübe tarzında yerler de var. Gölcük Tabiat Parkı için diyebileceklerim, tüm gününüzü ayıracak bir yerden ziyade geçerken uğramalık, en fazla yarım günlük bir etkinlik için ideal bir yer olacaktır. 

       Çok uzun sürmeyen bir turun ardından daha yükseğe çıkmak için aracımıza geri dönüyoruz ve Aladağ 'a doğru yola çıkıyoruz. Aladağ yolu ara ara buzlanmış o yüzden dikkatli gitmek gerekiyor. Göletin olduğu yere kadar gittik. Etrafı tel örgülerle kapatılmış. Bu durum çok temkinli bir yer olmadığı izlenimi verse de gölete doğru gittik. Çoğumuz başlangıçta buz üstünde yürümeye çok sıcak bakmasa da kısa sürede bir tehlike arz etmediğini görüp ilerledik. Hem korku, hem heyecan hem de mutluluğu bir arada hissederek buzun üstünde çok fazla ilerlemeden yürüyüp bu güzelliğin fotoğrafını çekmeye çalıştık. 

         Aladağ


           Aladağ Göleti







       














    


27 Haziran 2014 Cuma

Güzel Şehir Şu Eskişehir…


Belki bir tatil yeri değil ama kesinlikle Türkiye'de İstanbul dışında yaşanabilecek ender yerlerden. Güzel şehir bir kere...

İlk durak otogar; sıradan, gürültülü, kalabalık... İlk kez gittiğiniz bir yerse, İstanbul gibi bir yerden de gelseniz, önce bir neredeyim ben, ne taraftan gideceğim ben diye soruyorsunuz kendinize. Ama sonunda metroya binip, 10 dakika sonra evinize varıyorsunuz ve valizinizi bırakıp gezinize başlıyorsunuz.

Sanırım bayram dolayısıyla öğrenciler memleketlerine gittiği için çok kalabalık değildi. Böylesi benim için daha iyiydi. Daha sakin keşfetme kıvamında.

İlk andan itibaren dediğim şey şu oldu: "Vaayy... Belediye gerçekten çalışıyor." Çünkü; sokaklar temiz, düzenli, sanata yer verilmiş, misafir sevilmiş.
Soğur ve yağmurlu bir döneme gelmek biraz sıkıntılı olsa da gördüklerim birçok açıdan yeterli oldu diyebilirim. Odunpazarı Evleri, Doktorlar Caddesi, Porsuk Çayı, Balmumu Heykel Müzesi, gondolları, çiböreği / çiğ böreği, met helvası...

Liste uzun ama koca şehri bir hafta sonuna bile sığdırabilirsiniz.

Kısacası güzel şehir Eskişehir.




















14 Ocak 2014 Salı

Sokaklar Güzeldir...

Yine sokaklar, kalabalık,gürültü,insanlar,kediler, kaldırımlar,duvarlar ve sanat...










All Originals İstanbul 2013

28 Eylül Cumartesi günü, Küçükçiftlik Park’ta düzenlenen modayla müziğin bir araya geldiği  etkinlikten bir kaç görüntü. Geceye damgasını vuran kişi tabi ki Peter Bjorn and John grubunun solisti, şarkılarını dinleyicilerin arasında gezinerek söyleyen Peter Moren dı. Bu davranışın tüm sanatçılara örnek olmasını diliyor bir sonraki all originals İstanbul' da görüşmek üzere diyorum...
IMG_1803
IMG_1782
IMG_1785
IMG_1787
IMG_1796
IMG_1802
2weyuıo

30 Ağustos 2013 Cuma

Küreselleştiremediklerimizden

Görsel seven bir insan olduğumdan blog mantığına ters düşebilirim. Ama  tek bir fotoğrafın binlerce kelimenin anlatmak istediğini insanın gözlerinin önüne serdiği de bir gerçek. Bir diğer gerçekte okumayı sevmeyişimiz. Zaten twitter' ın bizde bu kadar tutmasının en önemli sebebi  de budur sanırım.


Gelelim şehirli insan silsilesine, büyük şehirde yaşayıp, plazalarda çalışıp, iş çıkışı kahve içmeye gider ama içinde hep kıstırılmışlık, özgürlüğü, bağımsızlığı, çocukluğu elinden alınmışlık hissine kapılan o insan topluluğuna. İç kemiren bir yalnızlık, sürüye yabancılaşmalık( herkes böyle düşünürken nasıl yalnız oluyorsak) , hazırcılık, tembellik ve geçmişe hatta eskiye duyulan özlem.




Yalnızlık;  dünya üzerindeki 7 milyar insandan 80 milyonu Türkiye' deyken, en kalabalık şehrinde 15 milyon kişiyle bir arada yaşarken yalnız hissetmek için ya deli ya da şımarık olmak mı gerekiyor acaba. Üstelik aynı şeyleri yapıp, aynı şeylere gülüp/ağlarken, aynı şarkıları dinlerken, aynı maçı izlerken hatta aynı kişinin dedikodusunu yaparken yalnız hissetmek. Bu bir depresyon belirtisi mi yoksa birçok insanın yalnız doğmasından gelen hayata yalnız başlama sendromu mu?




Hazırcılık ve kaçınılmaz son tembellik; etrafınıza baktığınız zaman birçok şeyin hayatınızı kolaylaşmak için yapılmış olduğunu görürsünüz. Uçakla  birkaç saatte oturduğunuz yerden hiç kımıldamadan millerce öteye gidebilir,  iki dakikada kahvenizi, tostunuzu yapabilir, kekinizi hiç yorulmadan çırpabilirsiniz. Hayat, bizim için bu kadar basitleştirilmişken bile tüm işlerimizi zamanında halledemeyiz. Her zaman koşturma içinde çok önemli bir işimiz var gibi oradan oraya koşturur hep bir yerlere geç kalırız.Hayat bizim için çok basit ama zaman yetersiz. Çamaşırımı yıkamak için çok zaman harcamıyorum ama çalıştığım şirket zarara geçmesin diye daha çok çalışıyorum. Otomobil çıktı çıkalı yürüyerek gitmiyorum ama işe geç kalmamak için daha erken yola çıkıyorum.




Zaman geçerken biraz daha metropolleşirken içten içe kırsala duyulan özlemin  arada bir depreşmesi.... Yoğunluktan, koşturmacadan, işten bunalınca hep küçük bir kasabada yaşasaydık  hayali. Sessiz sakin,sıradan, büyük işler peşinde olmadan, başkasının hesabındaki kar, gelir, gider derdine düşmeden sadece kendin için yaşama isteği...Tertemiz havasında, rüzgara karşı durup akciğerlerine kaosu tattırmak, uğultunun arasındaki yaprak hışırtılarının seremonisini dinlemek.... Kulağa oldukça hoş geliyor. Ama büyük şehrin  hayatına alışan için telaşsızlık, bir kıskaç gibi gelir. Onu harekete geçirecek, panik yaptıracak bir şeyler olmalı. Yoksa sıkılırız.Karşımızdaki artık kendini yalın güzelliğiyle sergileyen doğa değil, can sıkıntısının somutlaşmış halidir. İşte bu yüzden yıllık izinlerimiz iki hafta kadar. Bir yıl içinde kendinize ayırabileceğiniz sadece 2 hafta. Fazlasını da istemeyiz zaten. Koşturmaya bir şeylerle uğraşmaya alıştırılmışız. Tam anlamıyla modern dünyanın köleleriyiz biz. İşimiz çok ama zamanımız az . Eskiye özlem duyarız ama rahatımıza da düşkünüz. Modern dünyaya hizmet için şehrimize geri döneriz.















Copyright © 2014 Sokak Tanrısı